16 Ocak 2014 Perşembe

TESADÜF BÖLÜM 1



Oldukça zor bir gün daha bitmek üzereydi. Kapıdan dışarı adımımı atar atmaz yüzüme çarpan rüzgar içimi titretse de zorlukla yürümeye çalışıyordum.İçimden ödemem gereken faturalar, evin kirası,kredi kartı borçları geçerken büyük bir gürültüyle kendimi toplayıp etrafıma bakındım. Sesin geldiği yönü bulmaya çalışsam da etrafımda sanki hiçbir şey olmamış gibi yürüyen insanlara odaklandım. Kimisi telefonuyla konuşup kimisi durakta otobüs bekliyordu. Daha sonra aklıma yapmam gerekenler geldi ve yoluma devam ettim. Maaşımı daha alamadığım için açıkçası otobüse para vermeyi lüzumsuz buldum ve yürüyerek yoluma devam ettim. Eve vardığımda üzerimdeki koyu gri paltomu çabucak çıkardım ve karnımdan gelen ''gurul gurul'' sesleriyle mutfağa atıldım. Dolaptaki dünden kalma yemeği çıkarıp yemeye koyuldum. Tam bu sırada bir saat önce duyduğum gürültüye benzer bir gürültü daha duydum. Hemen cama koşup dışarıya baktım fakat gene insanlar yürüyüp kendi işleriyle meşguldüler. Böylesine büyük bir gürültü kopmasına rağmen nasıl kimse duymazdı? Ya da umursamazdı? Biz insanlarda her zaman merak duygusu fazla olmuştur. Nerede bir ölüm nerede bir kaza nerede bir olay varsa her zaman yakınlarında olup gözlem yapmayı çok severiz fakat bu sefer ki gürültü bu kadar büyük olmasına rağmen nasıl olur da kimse en azından sesin geldiği tarafı merak etmezdi? Günün yorgunluğuyla kendimi yatağa sırt üstü attım. Yaklaşık 3 saat uyumuşum. Uyandığımda saat sekizi geçiyordu. Yarın vize haftasının ilk günü olduğu aklıma gelince ışık hızıyla masamın başıma geçip kitaplarımı çıkardım. Not defterime küçük küçük notlar alırken gözlerime bir ağırlık çöktüğünü hissettim ve çok geçmeden uykuya daldım. Gördüğüm rüya fazlasıyla ilginçti. Tıpkı babamın ölümünü hatırlatıyordu. Karanlık bir mezarlıktaydım. Yolumu mu kaybetmiştim bir yer mi arıyordum tam olarak hatırlamıyorum. Fakat bir mezarlığın başına gelip sadece mezarlık taşına odaklanmış durumdaydım. Etrafta tıpkı korku filmlerini andıran sesler hafif bir rüzgar ve sadece beni aydınlatan ayın ışığı vardı. Yavaş hareketlerle mezarlığın taşına dokunmaya çalışırken birden öğlen ve üç-dört saat önce duyduğum o gürültüyle aynı şiddette bir gürültü koptu. Uyandığımda alnım ter içindeydi. Tuhaf olansa havanın bu kadar sıcak olmaması. Tek düşüncem gördüğüm kabusun beni fazla etkilediğiydi.  Oturma odasının camının açıldığını duydum. Biraz korkarak biraz da merakla oturma odasına vardığımda korktuğum tüm düşünceler aklımdan silinmiş hızla pencerenin önüne gitmiştim. Hızla camı kapatıp, gelen rüzgarla içim ürperse de koltuğun üzerindeki bir tüy dikkatimi çekti. Yavaşça eğilip tüyü elime aldığımda kafamda anlamsız bir kaç kelimenin sürekli tekrarlandığını duydum. Panikleyip hemen tüyü yere attım.Gerçekten bugün oldukça değişik bir gün olmaya başlamıştı. İçimden ''acaba yorgunluktan delirmeye mi başlıyorum?'' diye düşündüm. Kalbim hızla atarken gene merakıma yenik düşüp tüyü elime aldım. Bu sefer hiçbir şey olmadı sanırım bu o ana özel bir şeydi. Evet evet kesinlikle kafayı sıyırmaya başlıyordum. Önce o gürültü sonra gördüğüm rüya ve bu tüy bunlar kesinlikle anlamsız bir şeydi. İlk işim en kısa zamanda bir psikologdan randevu almak olacaktı. Tüm bunları boş vermeye karar verip televizyonun karşısına geçtim ve rastgele bir dizi açıp izlemeye başladım daha sonra uyumuşum zaten. Sabah uyanıp aynanın karşısına geçtim sanırım yorgunluktan göz altlarım da hafif halkalar oluşmuştu. Biraz makyaj malzemeleriyle kendimi toparlamayı başarmıştım. Saçlarımı kıvırcıklığıyla baş başa bırakıp üzerime kot gömleğimi geçirdim. Bugünün ne kadar zor olacağını bildiğimden dolayı spor ayakkabının harika seçim olacağını düşündüm.Saatime baktığımda yediyi geçiyordu, her zamanki gibi geç kalmayı başarmanın haklı gururuyla çantamı ve spor montumu kapıp evden hızla çıktım. Son sürat yolda yürürken ara ara çarptığım insanlara özür dileyip geçtim. Ofise vardığımda Kenan Bey'in kaş hareketiyle beni şefin beklediğini anlayıp kapısına iki kez tıklar tıklamaz içeri girdim. Murat Bey oldukça zayıf çelimsiz birisiydi. Siyah gözleri ve pek hoş olmayan kıvırcık saçlarıyla her zamanki gözlüklerinin altından bana bakıyordu. Neler olduğunu sormama izin vermeden hemen;
''Gene geç kaldınız'' deyiverdi. Kendimi savunacak pek bir şey bulamadığım için sessiz kalmayı tercih ettim. Tabi bu iş fırtına öncesi sessizlik işine döndü ve günlerdir beklediğim kovulma sözünü duydum. Hızla ofisteki eşyalarımı toplayıp part-time çalıştığım bu işimden de ayrıldım. Rüzgarın burnuma getirdiği mükemmel Ramen kokusunu içime çekip eve bir an önce varmam gerektiğini düşündüm. Eve varır varmaz hemen kitaplarımı çantama atıp okula gitmeye karar verdim. Sabah edebiyat kulübünün dersi vardı her zaman oturduğum sıraya oturup hocanın derse girmesini bekledim. Fakat kapıdan çok başka biri girdi. Üzerinde koyu gri bir gömlek altında siyah spor bir pantolon ve spor bir ayakkabı vardı. Siyah düz saçlarının önünü hafif sağa doğru biraz kaldırmış kullandığı- pahalı olduğu kesin-parfümün kokusu tüm sınıfa yayılmıştı. Açık kahverengi gözleri sert yüz hatları geniş omuzları ile oldukça ilgi çekiciydi doğrusu. Gelir gelmez tahtaya yazdı iki harf vardı G ve C ne olduğunu çok merak etsem de yazdığından çok yazarken kasılan kolları ve kasları dikkatimi çekmişti. Hemen kendimi toparlayıp böyle işlere vaktimin olmadığı ve derslerime odaklanmam gerektiğine karar verip son derece kararlı bir şekilde söz hakkı aldım.
''Siz kimsiniz?'' diye sordum. Yeni bir hoca olsa o gelmeden haberi gelirdi aynı zamanda bu kadar genç bir üniversite hocası olacağını da zannetmiyordum. Sınıfın neredeyse tamamı kız olduğu için herkes çocuğa pür dikkat kesilmişti ama kimse kim olduğunu merak etmiyordu. Açıkçası bu çok fazla sinirimi bozdu. Bu sorumun üzerine elindeki kağıtlarla uğraşan artık adı her neyse yüzünü hafiften kaldırıp keskin gözleriyle yüzüme baktı.  Bir an gözleriyle beni öldürebileceğini bile düşünmüştüm. Yüzüme bakıp hafif yan bir gülüş attı ama bu o kadar yapmacıktı ki açıkçası sormasa mıydım diye bir an düşündüm bile. Ardından ''Aramızda gerçekten de oldukça sabırsızlar var anlaşılan'' dedi. Bu sözü bana söylediği o kadar aşikar olmasına rağmen susup kendisini tanıtmasını bekledim. Dersin yarına gelmiştik fakat gene de kendini tanıtma gibi bir gereksinim duymuyordu. Bu çocuk da kim oluyordu böyle bu hakkı kendinde nasıl bulabiliyordu? Zar zor yetişebildiğim derslere birde bunun gibi kim olduğu bile belli olmayan bir çocuk için mi gelmiştim? Dayanamayıp bir soru daha sordum.
''Kim olduğunu söylemeyip bizim vaktimizi çalışıyorsun bilmem farkında mısın?'' diye sanırım birazda sert bir tonda onu uyardım. Bu kez cevap fazla gecikmedi.
''Acelesi olan ya da burada olmaktan daha önemli bir işi olan varsa kapı orada arkadaşlar kimseyi zorla tutmuyoruz'' deyince haftalardır biriken sinirle beraber montumu giyip masamın üzerindeki defterimi ve kalemleri hemen toplayıp çantamı aldığım gibi hızla kapıdan çıktım. Bu da kim oluyordu böyle? Eğer dersimize bizi işletmek için giren bir öğrenciyse fena halde başı dertteydi. Sinirle koridoru aşarken birine çarptığımı kafamın acıması ile hissettim. Bu kadar sert bir vücut olamazdı. Tıpkı kaya gibiydi belki kaya bundan daha yumuşaktır. Kafamın hafiften kaldırıp özür dilemeye yeltenirken gözlerini gördüm. Yine o açık kahverengi gözler o siyah saçlar ve o sert yüz hatları. Bu çocuğun şimdi burada ne işi vardı daha yeni sınıfta değil miydi? Kafam oldukça karışmıştı ve tek yaptığım sağ elimin onun koluna tutunmuş olduğu ve gözlerimin kesintisiz onun gözlerine bakıyor olduğuydu.Hemen kendimi toparladım ve ondan ayrıldım tam yanından geçerken kolumu tutup '' Bir özür dilemek bile yok mu?'' dedi. Tanrım bu çocuk da neydi böyle? Az önce hiçbir şey olmamış gibi şimdi de benden özür mü dilememi istiyordu? Konuyu fazla uzatmamak amacıyla özür dileyip bir an önce oradan ayrılmayı ve annemin yanına uğramayı düşünüyordum. Tekrar gözlerinin içinde baktığımda sanki bir şey beni çekiyormuş gibi düşünmekten kendimi alamadım. Yani saatlerce orada dursam kesintisiz gözlerinin içine bakabilirdim. Böyle bir şey daha önce hissetmemiştim neyse ki çabuk etkisinden kurtulup ona gerekli cevabı verdim.
''Özür dilemek mi bence senin özür dilemen gerekir benim vaktimi çaldığın için!'' gene o yapmacık yan gülüşüyle karşıladı. Biraz durduktan sonra beni kolumdan tutup kenara çekti. Ne yapıyorsun demeye kalmadan lafımı ağzıma tıkıp;
-'' Bir süre daha edebiyat kulübünde beraber olacağız iyi anlaşsak fena olmaz tabi dilini biraz tutmayı başarabilirsen yoksa..''
-''yoksa ne?''
-''İstenmeyen şeyler olabilir, anlatabildim mi huysuz?
-''Bana huysuz deme!''
-''Büyüklerine emir vermemelisin bunu öğrenemedin mi?'' 
deyip cevap vermemi beklemeden yanımdan ayrıldı koridordan geçerken herkes bir ona bir bana bakıyordu. Birde kendisini büyük gibi görüyor. En fazla 27 yaşında olan birinin bana ilkokul öğrencisi gibi davranmasından nefret ettiğimi o an fark ettim. Sinirimden gözlerim yanıyordu resmen. Nasıl olacaktı? Ben bu çocuğa bir gün daha dayanamazken nasıl olacakta bir dönemi bununla geçirecektim? Sabır duygusuna bu aralar fazlasıyla ihtiyacım olacak hemde fazlasıyla. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder