20 Ocak 2014 Pazartesi

TESADÜF BÖLÜM 5

Bu olanları sindirmek için bir iki saat boyunca salondaki tekli koltuğa oturup boş boş karşımdaki cama baktım. Ara sıra yokladığım Peyton sadece telefonuyla uğraşıp ara sıra birileriyle konuşmak için mutfağa gidiyordu. Bu kadar süre konuşmamanın verdiği merak ve hiçbir şey anlayıp kavramamanın verdiği sinirle Peyton'ın suratına sinirli bir şekilde bakıyordum. O ise hiçbir şey olmamış gibi bir yerlere mesaj atıp duruyordu. Bir kaç dakika sonra kapının tekrar çalmasıyla yerimden sıçradım. Tekrar gelmiş olabilirler miydi? Peyton içeri gelirken elindeki zarf dikkatimi çekti. Onun ne olduğunu söylemeye kalmadan;

-''Buradan taşınmak zorundasın. Ben yeni bir ev aldım. Burada kalmak mantıklı geliyordu ama adamlardan biri kaçmış yani büyük ihtimalle şuan yüz iki yüz kişi buraya doğru çoktan yönelmiştir. Ya benimle gelirsin ya da yüz erkekle tek başına mücadele edersin.Tabi ölümüne''
deyip bir de hiçbir şey yokmuş gibi güldü.

-''Ne demek istiyorsun? Ya bir açıklama yapman gerekmez mi? Sen kimsin? O adamlar kim? Benden ne istiyorlar? Neden beni korumak için uğraşıyorsun?''

-''Çok fazla soru soruyorsun, ufaklık. Bunları cevaplamak için zamanımız yok. Sana kafanı toparlamak için tabi bu arada ev araba işlerini halletmem için iki saat süre verdim. Buradan taşındıktan sonra bana ne sorarsın cevaplayacağım ama bazı şeyleri de kendin öğrenmen gerek. Şimdi benimle geliyor musun yoksa burada kalıp kendi başının çaresine mi bakacaksın?''

İkinci ihtimal çok zor bir ihtimaldi. Bu çocuğu tanımamama rağmen ona karşı bir güven duyuyordum. Sanki onu bana çeken bir şeyler vardı. İstemsizce yanında kalmak ve ona güvenmek istiyordum. Bu kadar saçma bir şeyi beynim kabullenmese de kalbim onunla git kesinlikle güvende olacaksın diye bağırıyordu. Pek bir şansım da yoktu zaten bende gerekeni yaptım.

-''Bana verdiğin sözleri unutmaman gerek. Oraya seninle geldiğim an bana ne biliyorsa anlatacaksın. Ne sorarsam cevaplayacaksın. Tek bir soruya dahi cevap vermezsen. Hiç tereddüt etmeden geri dönerim.

-''Farkında mısın,ufaklık? Senin güvende olman için şu ana kadar neler yaptım? Daha bilmediğin bir çok şey var. Beni tehdit edecek en son kişi sensin. Bana minnet duyman gerekirken böyle tehdit etmen hiç sana yakışmıyor.Eşyalarını topla ben aşağıda arabada bekliyorum. Çabuk olursan iyi olur.''

der demez kapıdan çıktı. Bende bir iki dakika ne yaptığımı iyice düşündükten sonra bunun en doğru şey olduğuna karar verdim ve yatak odasına gittim. Siyah büyük valizimi indirip bir kaç parça üst bir kaç parça alt,iç çamaşırı ve çorap aldım. Küçük bir valize ise benim için önemli olan eşyalarımı aldım. Son olarak bir kaç kutu ayakkabımı alıp kapıyı kapattım ve evden ayrıldım. Bu evde yaklaşık 3 senedir yaşıyordum ve oldukça alışmıştım. Apartmandan çıkarken siyah Grand Cherokee jeep'i dikkatimi çekti. Arabalara olan özel ilgimden dolayı tabi ki de bu markayı biliyordum. Elimdeki onca ağırlığı görmesine rağmen arabadan inip eşyaları bile almamıştı. Tek yaptığı bagajı açmak olmuştu. Eşyaları koyup bagajı kapattıktan sonra bir centilmenlik bekleyip kapısını açmasını istedim. Ama tabi ki böyle bir şey yapmadı ve ön koltuğa geçip benimde yerleşmemi bekledi. Yerleştikten sonra ona doğru baktığımda gözlerini dikmiş yüzüme bakıyordu. Bir kaç saniye sonra dayanamayıp kafamı ne var anlamında salladım. Gözleriyle sağ omzumun üzerini işaret etse de bir şey anlamadım. Yerinden hafifçe dönüp bana doğru oldukça yapışık bir pozisyon aldı. Nefesini sağ kulağımda duyabiliyordum.Parfümü ise oldukça etkileyiciydi.  Ne yapıyorsun sen demeye kalmadan emniyet kemerini çekip yerine taktı. Ağzımı tuttuğuma ilk kez sevindim. Bir şey söyleseydim gerçekten çok utanırdım. Üzerimden vücudunu çekip yerine yerleştikten sonra farketmeden tuttuğum nefesimi geri verdim. Arabanın anahtarını takıp çevirdikten sonra arabayı çalıştırdı. Oldukça hızlı sürüyordu doğrusu. Bir an ağzımı tutamayıp;

-'' O adamlar beni öldüremedi ama senin bu kadar hızlı sürmen yüzünden ikimizde ölebiliriz''

-''Bence bu daha acısız bir ölüm olurdu. Yani bir tercih şansın olursa bunu seçmen daha iyi. Hem yanında bu kadar etkilendiğin bir erkek varken ölmen, yanında iğrendiğin heriflerle ölmenden iyidir. Di mi?''

-''Ne?? etkilendiğim mi? Ne saçmalıyorsun sen? Etkilendiğim felan yok benim. Adeta egon konuşuyor.''

-'' Hıım öyle mi? O zaman yatak odasında seni duvara yapıştırdığım da kalbinin o kadar hızlı atması ya da son kalan adamı öldürdükten sonra bana sarılırken kalbinin o kadar hızlı atması ya da bunu da geçtim daha demin kemerinin bağlarken nefesini tutup,parfümümü içine çekmen he birde kalbinin o kadar hızlı atması kesinlikle benden etkilenmediğin içindir'' 

deyip yan bir gülüş attı.Bu durumdan oldukça keyif alıyordu. Bir bakıma haklıydı. Ondan etkilenmeyecek bir kızın olması oldukça zordu. Sadece gözleriyle bile bir kadını kendine aşık edebilecek türden bir erkekti.Ama benim ondan etkilendiğim felan tabi ki yoktu.

''Bana diyorsun ama sen daha fazla konuşuyorsun. Şu arabayı yavaş kullanır mısın? Ölmek için çok gencim. Ayrıca şu ev nerede?''

-''Grasse'de.''

-''Ama annem burada yani Cannes' da kalacak. Onu her iki günde bir ziyarete giderdim.'' 

-''İstediğin zaman söylersin eğer bir sorun yoksa gelir anneni görürsün. Burada olman annenin de hayatını riske atıyor.''

-''Peki bu iyilikleri bana neden yapıyorsun? Mutlaka bir çıkarın vardır?''

-''Bunun bir görev olduğunu söylemiştim. Bana verilen bir iş var ve bunu yapıyorum.''

-''Sadece göre yani''

-''Sadece görev''

diye konuştuktan sonra eve varana kadar sessizlik çöktü. Eve vardığımızda arabayı garaja park etti. Biraz mayıştığımdan gözlerim yarı çökük yarı aralık tamamiyle uyandım. Arabadan inip garajdan eşyalarla çıktığımda evin tamamını gördüm. Ev iki katlı oldukça şirin ve bence fazlasıyla büyük bir evdi. Ön tarafa geçtiğimde yemyeşil çimlerle dolu kenarlarda ise renkli çiçeklerin bulunduğu bir bahçeye geçtik. Tam ortasında ufak bir havuz yanında salıncak ve spor için bir kaç alet vardı. Tanrım bu ev kaç kişi içindi. Bu kadar büyük bir ev iki kişiye oldukça fazlaydı.

-''Bu evde kaç kişi kalıcaz?''

-''Sadece ikimiz.''

-''İki kişi için fazlasıyla büyük değil mi?''

-''Küçük evlerden hoşlanmıyorum.''

-''İlginçsin. Artık eve geldiğimize göre her şeyi anlatmaya başlasan diyorum?''

-''Önce yemek yemem gerekiyor.''

-''Yani yemek zamanı mı gerçekten? Çok daha önemli şeyler var bilmem farkında mısın?''

-''Aç olduğum zaman önemli olan tek şey yemektir. Mutfak sağ taraftaki ilk kapı dolapta bir şeyler olacaktı. Hazırlasan da yesek artık''

-''Bir de hizmetçilik mi yapacağım sana?''

-''Anlatmamı istiyorsun değil mi?''

-''Evet.''

-''O zaman yemek hazırlamak için acele etsen iyi olur.''

-''Tamam özel olarak bir isteğiniz var mı, bay ukala?''

-''Çok fazla konuşmaman yeterli.''

Tanrım bu çocuk beni deli ediyordu. Her şey gayet normalmiş gibi bir de benden yemek istiyordu. Cevaplarımı almak için çabucak mutfağa kendimi attım. Buzdolabını açtığımda tıka basa doluydu. Eve daha yeni gelmemize rağmen nasıl bu kadar hazırlık yapabilmişti? Hemde daha gelmeyi kabul etmemin üzerinden 4 saat geçmesine rağmen. Gerçekten çok ilginçti. Onu kontrol etmek için kafamı kapıdan çıkarıp salona doğru baktım. Ayaklarını sehpanın üzerine uzatmış televizyon izliyordu. Yan profilden baktığımda yüzünün ne kadar hoş olduğunu gördüm. Güzel burnu, sert yüz hatları, küçük çenesi ve hafif kirli sakallarıyla mükemmel görünüyordu. Birden bana doğru dönüp;

-''Daha beni ne kadar süzeceksin? Açlıktan ölürsem bu vücudun sana bir faydası dokunmaz,ufaklık'' deyip çapkın gülüşlerinden birini daha attı. O an hemen kendimi toplayıp;

-''Sana bakmıyordum. Koltuğun rengi çok hoşmuş. D-dikkatimi çekti'' kahretsin yalan söylerken yere bakmamdan ve kekelemem den nefret ediyordum.

-''Eminim öyledir. İstiyorsan sana koltukla bir gece yemek ayarlayabilirim'' der demez hemen ocaktan gelen sese yöneldim. Kahretsin yemek yanmıştı. Sıcak kulpunu tutup hemen musluğuna altına attım. Kulp çok sıcak olduğu için elim yandı. Hemen buzluktan aldığım iki üç buzu bir torbaya koyup elimin üstünde beklettim. Bu ev yeni olmasına rağmen nasıl olurda buz bile vardı. Elimden vazgeçip havayı içime çektiğimde mutfak buram buram yanık kokuyordu. Tam arkamı döndüğümde Peyton mutfağın girişinde bir tarafa yaslanmış iki eli cebinde bana bakıyordu.

-''Bu kadar beceriksiz olduğunu bilseydim hizmetçi tutardım.'' dedikten sonra içeri girip yanmış olan tencereyi çöpe attı. Hızla çıkardığı bir kabın içine un yumurta süt maya ve tuz koyup çırptı. O kadar hızlı yaptı ki 2 dakika içinde hamur kulak memesi kıvamındaydı. Onu ince bir tabaka halinde yuvarlak fırın tepsisine yaydı. Kaşar mantar sosis domates biber ve zeytini alıp kesti. Sırasıyla her iki dakikada birini attı tam yirmi dakika sonra ev buram buram pizza kokuyordu.Koltukta oturup yanmış olan sağ işaret parmağıma bakarken onun yukarı çıkıp elinde küçük bir çantayla geldiğini gördüm. Bir sandalyeyi tam önüme çekip oturdu. İki bacağımı bacaklarının arasına alıp sağ elimi avucunun içine koydu. Çantadan çıkardığı yanık kremini yumuşak bir şekilde parmağıma sürdü. O kadar nazik yaptı ki bunu neredeyse gıdıklanıyordum. Hırkamın kolunu yukarı çektiğinde farkettiğim o izin yeşil olan tarafı yine ışık saçıyordu. Tam ona bunun anlamını soracakken burnunu burnuma değdirdi. İki eliyle yüzümü avucunun içine aldı ve burnuma ufak bir öpücük kondurdu.

-''Bir dahakine kendine daha dikkat etmelisin,ufaklık. Kendini önemsemelisin bu şekilde bana o kadar çok yardımcı olmuş olursun ki.''

-''Peki dikkat edeceğim söz''

dediğimde gülümseyip dudağıma ufak bir buse kondurdu.Tekrar gülümsedi ve;

-''Bak kalbin gene çok hızlı attı. Benden bu kadar etkilendiğini belli etmemelisin.'' 
deyip salona geçti. Sağ elimi kalbime götürdüğümde gerçekten de çok hızlı çarptığını hissettim. Bu çocuk bana ne yapıyordu böyle. Aaah çok işim vardı onunla çoook.


18 Ocak 2014 Cumartesi

TESADÜF BÖLÜM 4

Bugün az kalsın onu koruyamayacaktım. Az kalsın... Böyle bir hata yapmamak için onun yanında hep olmalıyım. Her an beraber olmak zorundayız. Yoksa onu koruyamam. Yani görevimi yerine getiremem. Şuan bu kadar masumken önüne çıkan herhangi bir kişiye inanabilecek kadar saf ve temiz.. Her şeyi anlayıp gücünün farkına varana kadar yanında olmak zorundayım. Aldığı nefesten,yediği yemekten bile ben sorumluyum. Bu kadar büyük bir sorumluluğu bu kadar uzaktan taşıyamam. Ama önce yapmam gereken şey ona bir nevi bakıcılık yapmak. Kesinlikle taviz vermemeliyim. Sert olmalıyım. Çok fazla sert. Kurallar var ve onlara uymak zorundayız ikimizde. Kurallar!
***********
İnternet de arama yapmaya devam ettim. O kanatların sadece yanlışlıkla gördüğüm yada gördüğümü zannettiğim bir şey olduğuna emindim. Ama kendimi tutamadım. Meleklerle ilgili o kadar çok şey vardı ki internetde rastgele bir sayfaya tıkladım ve bir foruma girdim. Konu başlığı melekler bir insana gözükürler mi? idi. Bunun ne kadar saçma olduğunu konu başlığından anladım ama bir kızın yazdığı yorumu okumadan geçemedim.
''Tabi ki gözükürler hatta şuan bir tanesiyle çıkıyoruz bile sadece kalbi iyi olan insanlara gözükürler ama'' yazmış. Küçük bir kahkaha atıp kızın çok iyi salladığını düşündüm. Hala yaptığımın çok saçma olduğunu düşünmeme rağmen araştırma yapmaya devam ettim. En son dayanamayıp laptopun kapağını indirdim ve salona geçip televizyon izlemeye karar verdim. Hava oldukça soğuktu. Üzerime kalın bir şeyler giysem iyi olur diye düşünüp odama geçtim. Ama beklenmeyen bir misafirim vardı. Dün akşam karanlıkta kanatlarının olduğunu sandığım-saçmaladığım- kişi olduğunu anlayınca kendimi korumak adına mutfağa doğru koştum. En üst çekmeceyi açıp elime geçen bir tane bıçağı aldım. Arkamdan gelmemesine rağmen bana bir şey yapacağını düşünüp kapıdan çıkmaya çalıştım ama onca olan bitenden sonra kapıya defalarca kilit attığımı hatırladım. Kendi kazdığım kuyuya kendim düşmüştüm. Peki bu adam nasıl içeri girmişti. Tanrı aşkına 8.katta oturuyordum kapıdan değilse bu eve nasıl girebildi. Ve neden geldi? Sorularımın cevabını almak için korkudan gözlerim dolu dolu olsada yatak odasına gittim.Yatağımın kenarında oturup eline aldığı -en sevdiğim- kitabımın sayfalarını karıştırıyordu. Bıçağı tehdit eder gibi yüzüne doğru uzatıp;

-'Neden benim evimdesin? Sen kimsin? çabuk evimden defol! yoksa çok fena şeyler olur.'' dedim. Açıkçası sözlerim pek tehditkar olmasa gerek. Küçük bir gülümsemeyle karşılık verdi. Gülümseyince yan tarafında küçük bir gamze oluşuyor ve birazda kırışıyordu. Tanrım bu ne kadar güzel bir şeydi böyle. Neyse kendimi toparlayıp korkmaya devam ettim.Sessizliği tam sinirimi bozarken konuşmaya başladı;

-''Sana kısa bir özet geçmemi istersen eğer ben bir meleğim ve sana göz kulak olmakla görevliyim.Ama unutma senin hizmetçin değilim. Sakın benden işte bir çilekli bir çikolatalı pasta lütfen. Şu evi bir sihir yapıp temizlesen gibi saçma isteklerde bulunayım deme. Öncelikle sihir yapamıyorum.Size küçükken neler öğretiyorlar bilmiyorum ama saçma sapan düşüncelerden uzak dur.Bu evde fazladan bir oda var oraya ben taşınıyorum.Bundan böyle benim iznim olmadan odadan bile dışarı çıkamazsın.Zaten ben evde bulunduğum sürece çıkmak isteyeceğini de düşünmüyorum.'' Tam son cümleyi söylerken öyle bir çapkın gülüş attı ki hayatta en son inanacağım şey bu adamın bir melek olmasıydı.Kendimi tutamayıp;

-''Dalga geçmeyi kes! Dün bodrumda ne işin vardı o adamı nereye yolladın ve neden benim peşimdeydi? Ayrıca buraya nasıl girdin? He son olarak cevap vermeyeceksen şu an defolup buradan git yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim''
-''Ufaklık, oldukça sinirli gözüküyorsun. Ya da korkmuş mu demeliydim? Bu kadar soruya ayak üstü cevap verecek kadar kısa cümlelerim yok malesef. Ayrıca bir daha benim tehdit etmeye kalma çünkü tek hareketimle seni atomlarına kadar parçalayabilirim buna emin ol. Bir de şu kızgın bakışlarını üzerimden çek sinirimi bozuyorsun.''
-''Sinirini mi bozuyorum ben mi? Evime bir hırsız gibi giren sensiz ve sinirini bozan benim öyle mi? 
deyip bıçağı ona doğru biraz daha yaklaştırdım.Bakışları gözlerimle buluştuğunda sanki kalbim yerinden çıkacak gibi hissettim.Bana bir bakış attıktan sonra elimdeki bıçağa baktı ve hafif ve alayla karışık bir gülümseme yüzüne yayıldı.Ayağa kalkıp ben daha ne olduğunu anlamadan beni tutup duvara yapıştırmıştı. Elimdeki bıçağın ne ara masanın üzerine koyulduğunu göremedim bile. Bu hız evet evet kesinlikle oydu. Beni o gün kurtaran adam.Sırtım soğuk duvara değdiğinde o bana doğru daha çok yaklaşıyordu.Bir eli bel kıvırımında diğer eli ise saçımı arka doğru atıyordu.Göğsünü vücuduma o kadar çok yaklaşmıştırdı ki nefes alamayacağımı düşündüm. Daha çok yaslanıp dudakları kulağıma değdiğinde çok yumuşak bir sesle ;

-''Adım Peyton,Bundan sonra beraber yaşayacağız iyi geçincek ikimiz içinde iyi olur gibime geliyor sence de öyle değil mi ufaklık?''

-''Bana ufaklık demeyi kes! Ayrıca beraber felan da yaşamayacağız unut bu saçma sapan fikri''

fazla sesimi yükseltmememe rağmen ona karşı çıkmam sinirlendirmiş olsa gerek göğsünü vücuduma iyice bastırmaya başladı.Kan dolaşımım durmuş gibi hissediyordum. Yanağını yanağıma sürmeye başlayınca onu durdurmaya çalışsamda bir faydasının olmayacağını anlamam fazla sürmedi. Nefesini boynum da hissederken hem onun kim olduğunu ölesiye merak ediyor bir yandan bunu yapmayı kesmesini isterken içimden bir ses devam etmesini söylüyordu.Birden nefesini boynumdan çekip göğsünün ağırlığını vücumdan kaldırdı.

-''Oldukça etkilenmiş gözüküyorsun ufaklık. Demek ki biraz daha ileri gitsem kucağımda düşüp bayılacaktın. Sanırım sende alışkanlık yapmaya başladı bu.''

-''Sen neden bahsediyorsun? Artık saçmalamayı kesip lütfen evimden çekip gider misin?''

-''En azından geçen gün seni evine kadar getirip yatağına bile yatırmam için bir teşekkürü hak etmiştim oysaki.''

cümlesini tamamlar tamamlamaz kapının çaldığını duydum.Tam kapıya doğru yönelirken;

-''Bu saatte normalde birileri gelir mi'' diye sordu.

-''Hayır senin gibi davetsiz misafirlerim hiç olmaz'' dedim.

gözlerimin içine kuşkulu bir şekilde baktı koridorda beni geçip hızla kapıya doğru gitti.Ne yaptığını sormama gerek bile duymadan bana;

-''Arkamda dur ve ne olursa olsun ne yaparsan yap yatak odasından çıkma!!'' diye bağırdı.Normalde olsa bana emir verdiği için dediğini asla yapmazdım ama nedense iki kez hayatımı kurtarmış birinin bir sefer olsun dediğini yapmam gerektiğini düşündüm ve ondan ''KOŞ!'' komutunu alır almaz yatak odasına koştum ve kapıyı kapattım.İçeriden gelen seslere kulak verdiğimde Peyton'ın sesinden hariç dört kişinin daha sesi vardı. Pek de arkadaşçıl olduklarını düşünmediğim kişiler olduğundan kapının deliğinden neler olup bittiğini görmeye çalıştım. Gelen bir kaç gürültü ile yerimden sıçradım. Peyton üç kişiyi dövmesine rağmen son kişi onu fena halde benzetmişti.Kapının deliğinden bakarken dördüncü siyah takım elbiseli adamın iyice bana doğru yaklaştığını gördüm ve hemen dolabımın yanındaki beyzbol sopasını alıp köşeye saklandım. Pek etkili olmasa gerek adam suratıma iğrenç bir gülümsemeyle baktı ve;

-''Bu kadar korkak olmamalısın,sana umudunu bağlayan koca bir ırk var.'' dedi. Adamın cümlesi biter bitmez beyzbol sopasını bacağına indirdim. Pek fazla sert vurmadığım için adam sadece yere doğru düştü. Hemen koşup ara koridora doğru gittim. Peyton yerde öylece uzanmış göz kapakları hafiften açıktı. Elimi onun eline koyduğumda izin tekrar renginin değiştiğini farkettim. Ağzımdan dökülen tek şey ''Peyton uyan lütfen'' oldu ama çok geçmeden gözyaşlarımın arasında yatak odasından bana doğru gelen adamı gördüm. Kapıyı geri kilitledikleri için hiçbir şansımın olmadığını ancak o zaman anladım. Adam yanıma yaklaşıp ''OYUN BİTTİ'' dediğinde arkada gözümü açmamı engelleyen bir ışık patlaması oldu. Ne olduğunu en başta anlamadım ama yere baktığımda Peyton yerde yoktu. Adamın tam karşısındaydı ve evin kocaman duvarlarının kaplayan kanat gölgesinin tam ortasındaydı. Kanatları normalde görünmemesine rağmen sadece gölgesi gözüküyordu. Adam Peyton'a döner dönmez attığı bir kaç yumruk ve tekme ile adamı saniyeler içinde yerle bir etti. Korkudan bir köşeye çekilmiş ağlıyordum. Adam yere düşer düşmez o an ki bir refleks ile Peyton'a sarıldım. O kadar huzur ve güven vericiydi ki. Kollarıyla beni sımsıkı sardı ve
'Merak etme ufaklık kolay kolay seni öldürmelerine izin vermem'' deyip gülümsedi. Gözlerim hala yaşla dolu olmasına rağmen tek elime gözlerimi silip onun yüzüne baktım. Toplam iki kez görmeme rağmen bu sefer ki gülümseyişi gerçekti. Tanrım şaka gibi gerçekten bir meleğe sarılıyorum. Hemde oldukça yakışıklı ve çekici bir meleğe. Sanırım dünyanın en iyi insanıyım. Bu kadar şanslı olmamın tek açıklaması bu olabilir diye düşünüp ona sımsıkı sarılmaya devam ettim.

TESADÜF BÖLÜM 3

Hata yaptım hemde çok büyük bir hata. Bir daha yapmamam gereken bir hata. Edis'in yüzümü görmesine çok az kalmıştı. Bir daha böyle bir şey yapmamalıydım. Sonuçlarını çok iyi bildiğim halde onu bu kadar açık bir şekilde kurtarmam gerçekten aptalcaydı. Evet evet kesinlikle bu sadece o an ki bir refleksti o yüzden kurtardım. Bir daha kine ne yapmam gerektiğini daha iyi biliyorum. Henüz bunlara hazır değil. Öğrendiğinde neler olacağını bilmiyorum. Şuan ortaya çıkmak için uygun zaman değil. Cama not yazmayı da kesmem gerek. Bu kadar çocukça bir şey yaptığıma hala inanamıyorum. Görevime sadık kalmalıyım. Korumalıyım ve engellemeliyim. Yukarı da bu kadar kargaşa varken benim çocuk gibi bir kızla oyunlar oynamam oldukça saçmaydı. Tek yapmam gereken şey görev. Buna odaklanmalıyım. Aptalca bir hata yapmamalı. Neler olabileceği hakkında en ufak bir fikri yok. Bilgisizliğinden mutlaka bir hata yapacaktır. Engellemeliyim. Bunu herkes için yapmalıyım. Gerekirse onu öldür...öldürmeliyim. Evet bu da görevimin bir parçası. Ya onu koruyup engellerim ya da öldürürüm. Bu kadar basit. Bu görevden sonra evime dönebilirim. Son bir görev daha. Kaza geçirmesinden korkmam da neydi öyle? Zaten bir şey olmayacağını bildiğim halde! Bunları boş verip onunla ilgilenmeliyim. Bu zamandan sonra bir çocuk bakıcılığı eksikti. Zaman tek gereken zaman.. Zamanı geldiğinde her şeyi anlatıp onu kendi başına bırakmalıyım. Yeterince korudum onu. Bu kadarı bile fazlaydı oysa ki. Düşmanlarını görmeli ve içinde ki o karanlığı kendi başına söküp atmalı. Bunu yapabilecek kadar güçlü olduğunu da zannetmiyorum......


Güneş ışığının sıcaklığı yüzüme vurduğumda gözlerimi açmaya karar verdim. Hafifçe yataktan doğrulup iki elimi ters bir şekilde birbirine kenetleyip ileriye doğru uzattım. Sabahları bu esnetme hareketini yapmadan yataktan çıkamıyordum. Yüzümü sağ tarafımdaki cama çevirip dışarıya baktığımda aklıma dün akşam olanlar geldi. Tüm bunların tek açıklaması olabilir gerçekten bir sapığım var sanırım. Bugün öğlen ilk iş emniyet müdürlüğüne gitmek. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdim. Elime kullanılmaktan bir tarafı pembe bir tarafı beyazlaşmış sabunu alıp suyla beraber iyice köpürttüm. Yüzüme sabunu boca eder etmez gözümün fazla yanmaması için üstüne soğuk suyu da yolladım. Diş fırçalarken harcanan zamanın israf olduğunu düşündüğümden dişimi fırçalarken aynı anda kahvaltıyı da hazırladım. Tabi bunları yaparken tek aklımda olan şey dün akşam olanlardı. Bunu yapan her kimse beni ürkütmeyi başarmıştı doğrusu.Çok geçmeden ağzımda birine diş macunundan kurtulup kahvaltıya oturdum. Hızlıca yaptığım kahvaltıdan sonra hala saçlarımın diplerinin nemli olduğunu fark edip kurutma makinesiyle bir süre cebelleştim. Saçlarım doğal kıvırcık olduğundan pek fazla vaktimi almıyordu.Tek yapmam gereken önlerine biraz daha şekil vermek. Bu da en fazla iki dakika sürerdi. Saçlarımı hallettikten sonra dolabımı açtım üstüme soluk yeşil salaş bir kazak altıma sar koyu kot pantolonumu geçirdim. Spor ayakkabıdan asla vazgeçemediğim için kazağımla neredeyse aynı tonlarda olan ayakkabılarımı giydim. Siyah büyük spor çantamı kolu aldığımda montumu unuttuğumu hatırladım. Onu da alır almaz kimliğim ve paramın olup olmadığını kontrol etmek için cüzdanımı açtım. Neyse ki beni bir iki hafta daha idare edecek kadar param vardı. Bu ay oldukça zengindim doğrusu. Apartmandan çıkarken gelen postalarıma baktım. Her zamanki gibi sadece faturalarla doluydu. Hızla evimin çaprazında olan durağa yöneldim. Durak bu saatte oldukça kalabalık oluyordu. Eminim otobüste bu şekilde gelecekti. Otobüs durağa yaklaşırken zayıflığımı da kullanarak kıvrak hareketlerle en öne geçip kartımı cihaza basıp en sonun bir önü olan ikili koltuğun cam tarafına oturdum. Canım oldukça sıkılmış olsa gerek telefonumu çıkardım saat biri geçiyordu. Ece den gelen bir kaç mesaj ile reklamlardan başka gelen bir şey yoktu. Otobüs emniyet müdürlüğüne yaklaştığında inecek var tuşuna basıp otobüsten indim. Emniyetin kapısından içeri girdiğimde içime bir sıkıntı girdi. Oldum olası ne hastaneyi ne de emniyet müdürlüklerini sevmezdim. Gördüğüm bayan bir polise şikayetimi kime söylemem gerektiğini sordum. Kendisi bana yardımcı olacağını belirtti. Büyük bir salona girdikten sonra yuvarlak bir masa deri siyah bir koltuk. Onunla uyumlu siyah bir sandalye vardı. En çok dikkatimi çekenlerden biri ise masanın üzerinde çok fazla resim olmasaydı. Kadın sandalyesine oturup bana da eliyle koltuğa oturmamı söyledi. 
''Şikayetiniz nedir?''
''Yaklaşık 2 gündür peşimde birinin olduğunu düşünüyorum.'' deyip yaşadığım her şeyi anlatmaya başladım. Kadın daha sonra;
''Anlıyorum ancak kesin bir kanıt olmadan size koruma tahin edilmesi oldukça güç bir durum.Üzgünüm bu konuda yapabileceğimiz pek bir şey yok'' dedi. Bunun üzerine elimde olan son umudumu da kaybedip iyi günler deyip odadan çıktım. Emniyetten çıkar çıkmaz evime gidip başka bir yol aramanın en iyisi olacağını düşündüm. Otobüse atladım yaklaşık yarım saat sonra apartmanın önündeydim. Dış kapıyı anahtarla açıp merdivenlerden çıktım. Dairem 8.katta olduğundan asansörü-pek sevmesem de-kullanmak zorundaydım. 4.katta olan asansörü çağırdım. Kapısı açılır açılmaz içeri girdim ve 8 tuşuna bastım fakat asansör -1.kata indi. İlginçti doğrusu bodrum kattan birisinin bir şey aldığını düşündüm. Bodrum kata geldiğinde kapı açıldı fakat kimse yoktu. Bir kaç saniye kapının kapanıp yukarı çıkmasını beklesem de asansör çalışmadı. Etraf aşırı karanlık olduğundan telefonumun ışığıyla önümü görmeye çalışıyordum. Aynı anda ''kimse yok mu?'' diye soruyordum. Son zamanlarda bunu çok fazla kullandığımı fark ettim. Telefonun ışığıyla etrafa baktığımda bir kaç tahta parçası bir köşede bozuk bir telefon kırık bir televizyon bir kaç pencere camı ve birikmiş kartonların olduğunu gördüm. Daha önce hiç bu kata inmediğim için ışığın veya kapının nerede olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu.Telefonumun güçsüz ışığıyla kapıyı buldum. Sağ elimi açmak için kulpuna uzatsam da kapının kilitli olduğunu fark ettim. Birisi asansörü bu kata çağırıp hiçbir kilitleme sesi duyulmadan nasıl bu kapıyı kapatırdı. İki ihtimal vardı ya hala içerideydi ya da benim geleceğimi bildiğinden beni buraya kilitlemişlerdi. Aklıma son iki gündür yaşadıklarım geldiğinde şu sapığın olabileceğini düşündüm ve son hızla telefonumun tuşlarına abandım. Mert'i aramayı denesem de telefon çekmiyordu. İşte şimdi sıçtığımın resmidir diye düşünüp koşarak asansöre doğru yöneldim. Hala çalışmıyordu. Defalarca ''kimse yok mu?'' sorusunu sormama rağmen cevap alamadım. Açıkçası bu iyi bir şeydi. Burada sapık bir adamla beraber olmaktansa tek başıma kalmak daha güzel bir tercihti.Kapının önüne oturup birilerinin beni kurtarmasını beklemekten başka şansım yoktu. Telefonumun kalan son iki diş şarjı da bitmesin diye tasarruf moduna aldım. Başıma telefondan kaldırdıktan saliseler sonra bir ses duydum. Ayak sesi.. Telefonumu sesin geldiği yöne çevirirken gölge gördüğüme yemin edebilirdim. ''Sen Kimsin?'' diye sorarken bunun saçmalığını fark edip ''imdat!'' naraları atmaya başladım. Gölge gittikçe bana yaklaşıyordu. En son iyice yaklaştığında gözlerini hemen tanıdım. Bana bu kadar öfke ve iğrenç şekilde bakan tek bir kişi hayatımda tanıdım o da geçen gün ki edebiyat dersinde olan çocuktu. Zaten gözüm hiç tutmamıştı.
''Bak gene karşılaştık huysuz! Bakalım şimdi nereye kaçacaksın?'' dediği anda sağ bacağımla karnına sıkı bir tekme indirdim. Hiçbir şey görmememe rağmen ondan uzak olan her hangi bir köşeye geçtim.
''Aaaa ama oyunumuzu bozuyorsun! Bu yakalamaca değil ki! Yakar top! Bakalım kim yanacak?'' bu sözlerde neydi böyle psikopat gibi. Hey Allah'ım hep mi böyle şeyler beni bulur diye düşündüm. Korkudan kalbimin atışı odada yankılanıyordu. Gölge bana iyice yaklaştığında o iğrenç nefesini duyar gibi oldum. Belinden çıkardığı gümüş rengine benzeyen oldukça uzun ve parlayan bir şey gördüm. Saniyeler sonra anladım bıçak olduğunu. İşte tamam dedim. Buraya kadarmış. Güzel günler geçirdin Edis. Bari ölmeden önce bir isteğin var mı diye sorsaydı. Böyle bir anda bu kadar nasıl saçmaladığımı bende anlamadım. Tek yaptığım çığlıklar atmak olmuştu. Elinden kaçmaya çalışıyordum ama kolları o kadar güçlüydü ki kemiklerimi kırması beş saniye bile sürmezdi.Bıçağın boynuma doğru yaklaştığını fark ettiğimde artık gözümü kapatmaya karar verdim. Fakat tam o anda değişik bir gürültü duydum ve sağ elimden çıkan ışığı gördüm. Yeşil bir ışıktı. Bu da neydi böyle? Ben elime bakarken yan taraftan değişik sesler geliyordu. Elimden çıkan ışığı o tarafa yönelttim ama o kadar güçlü bir ışık değildi. Sadece kendini belli ediyordu o kadar. Telefonumun ışığı son düzeye getirip açtığımda birinin diğerini havada tuttuğunu farkettim. Kimin kim olduğunu anlamam biraz sürdü. Neyse ki psikopat havada durandı. Diğerine baktığımda yüzü hiç tanıdık gelmedi. O an bana ne olacağı konusunda o kadar korkmuştum ki istemsizce ağlıyordum. En son isteyeceğim şey öyle bir psikopatın yanında güçsüz gibi görünmekti. Peki o nasıl havada durabiliyordu? lütfen bunlar bir rüya olsun diye dua etmekten başka bir şansım yoktu. Sesizlik bozulup psikopat konuşmaya başlayınca;

-''Bu kızı korumak senin için oldukça zor olsa gerek. Böyle bir olaya bile dayanamayıp ağlayan bir kızın o kadar şeyi yapabileceğini düşünmeniz gerçekten sizin aptallığınızdan başka bir şey değil.'' 
-''Bizim işlerimize burnunu sokmaman gerektiğini daha kaç kez öğreteceğiz. Ama bu sondu. Önceki 5 uyarı yeterli olmuştur sana. Bu son şansındı bak onuda kaybettin.  Seni öldürmeyeceğim çünkü öldürürsem geri geleceğini çok iyi biliyorum. Ama seni öyle bir yere yollayacağım ki öldürmem için ağlayıp yalvarışlarını dinleyeceğim.'' der demez  gelen büyük bir gürültüyle havada duran yok oldu. Ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Ortalığın hala karanlık olmasına rağmen karşımda duran kişinin yüz hatlarını az çok görebilmiştim. Ona doğru yaklaşıp onun kim olduğunu, öldürdüğü kişinin beni neden sürekli takip edip öldürmeye çalıştığını soracaktım. Ama o önce davranıp kapıya doğru yaklaştı.
-''Bir daha kine aklında bulunsun lambayı açmak için herhangi bir kapının yanına bakman yeterli'' dedi. Ses tonu oldukça erkeksiydi. Ama insanı rahatlatan bir tınısı da vardı.Işık yandığında tam anlamıyla yüzünün ve vücudunun ortaya çıktığını gördüm. Oldukça koyu yeşil gözleri çok beyaz olmasa da açık bir teni vardı. Küçük fakat oldukça hoş bir burnu erkeksi sert yüz hatları, geniş omuzları ve çok dar olmayan bir t-shirt giymesine rağmen belli olan kaslı bir vücudu koyu hafif dalgalı siyah saçları vardı.Yaklaşık 1.85-.190 boylarında doğrusu hayatımda gördüğüm en çekici kişiydi kendisi. Onu bu kadar detaylı incelediğimi farketmiş olsa gerek;
-''Daha beni incelemeyi ne kadar sürdüreceksin? Umarım aklından sapıkça fikirler geçmiyordur. Birde ben kesinlikle senin kahramanın felan değilim bunu o kafana sok. Sadece görevimi yapıyorum. Bunu sakın unutma. En son uğraşacağım şey her türlü sorununda beni yanında isteyen mızmız küçük bir çocuktur. Sende böyle bir potansiyel görüyorum.'' bütün bu söylediklerine rağmen dikkatimi çeken tek şey arka duvarda büyük neredeyse duvarın tamamını kaplayan sivri iki kanattı. Beynim durmuş gibiydi. Hayır hayır bunlar gerçek olamazdı ben sadece kötü bir rüyadaydım.Ağzımdan dökülen iki kelime oldu.
-''Sen kimsin?'' bunu der demez gözlerime bir ağırlık çöktü ve tüm yaşadığım korku ve adrenalinin boşalması yüzünden kendimi serbest bıraktım.Uyandığımda yatağımın içindeydim. Tüm o yaşananların rüya olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım. Kafamı çevirdiğim sağ tarafı da camda bir yazı daha yazılıydı.
''Sana dikkatli olmanı daha kaç kere söylemem gerek. Her zaman yanında olamam. Kendini korumayı öğrenmelisin!'' bu cümle ile o yaşananların hepsinin gerçek olduğunu anladım. Peki beni koruyan o kişi kimdi? Neden beni korudu? Daha da önemlisi o kanatlar? hayır hayır kesinlikle saçmalıyorum diye düşündüm. Ama kendimi tutamayıp bilgisayarın başına geçtim ve meleklerle ilgili ne bulabilirsin bulmaya çalıştım.

*****
Bugün olanlar oldukça zamansızdı.
Edis'in beni öğrenmesi bu kadar erken olmamalıydı. Bunu nasıl açıklayacaktım onlara? Daha da önemlisi Edis kafayı yediğini düşünmeden tüm bunları nasıl ona açıklayacaktım. Bugün yaptığım şey artık çıkılmaz bir yola girdiğimin garantisi oldu. Bundan sonra onu yanlız bırakamam. Hele ki hiçbir şey bilmeyen birini bu kadar olay ve kargaşanın içine nasıl atabilirim? Ufak bir çatışmadan sonra bu kadar korkup kucağıma bayılan bir kız nasıl olur da tüm bu olayları kaldırabilir. Bu imkansız bir şey. Bayıldığında tek sayıkladığı şey '' anne'' oldu. Onu yatağına yatırırken korkudan elimi bile bırakmadı. Ona fazla yakın olamam. Sürekli yanına olursam bensiz hiçbir şey yapamaz hale gelir. Onu daha güçlü yapmak zorundayım. Kesinlikle çok daha güçlü. Yarın ilk iş ona her şeyi uygun bir dille anlatmak ya da göstermek. Seçim şansı ona kalmış. Ya onun yanında olup onu eğitmeme izin verir ya da kendi karanlığında boğulur. Duygusallık asla yok. Tek önemli olan görev. Sadece görev!

17 Ocak 2014 Cuma

TESADÜF BÖLÜM 2

Yaşadığım ufak çaplı olaydan sonra eve gidip sıcak bir duşun altına girmek istediğimi fark ettim. Okuldan çıkmak için çabuk adımlarla kapıya doğru yöneldim. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda kış mevsiminde olmamıza rağmen hava oldukça iyiydi doğrusu. Bir kaç metre yol aldıktan sonra her zaman beklediğim köşede yayalar için yeşil ışığın yanmasını bekledim. Saatime baktığımda saat beşi geçiyordu. Yeşil ışık yanar yanmaz yan tarafıma baktım ve tüm araçların durduğundan emin olduktan sonra karşıya geçmeye karar verdim. İki üç adım atar atmaz soluma baktığımda  bir aracın son sürat üzerime doğru geldiğini gördüm. Ne yapıyordu bu adam? Beni görmüyor muydu? Koşmaya başlasam kaldırıma yetişebilir miydim? diye düşünürken birden hareketlendim fakat araç ile aramızda iki metre bile kalmamıştı. Tam o anda gök gürlemeye başladı ve tıpkı dün de duyduğum o büyük gürültünün koptuğunu duydum. En son hatırladığım birinin beni ışık hızıyla yarışır bir hızda kaldırıma taşıdığı oldu. Yüzünü hatırlamıyordum tek hatırladığım o hızı ve ortasında iki birbirine geçmiş yuvarlak çevresinde güneş ışınlarına benzer şekiller olan dövmesi olmuştu. Uyandığımda hastanedeydim. Göz kapaklarım o kadar ağırlaşmıştı ki adeta açmak için ikili bir savaş içerisindeydik. Neyse ki kazanan ben oldum. Etrafıma biraz göz atmaya başladım. Doğrusu hangi hastane olduğunu pek çıkaramadım. Görünüşe bakılırsa oldukça pahalıydı çünkü son model bir televizyon oldukça şık bir koltuk geniş ve rahat bir yatak üzerinde papatyalar dolu olan bir vazo hemen yanı başımda okumam için dizilmiş yirmiden fazla kitap odanın en köşesinde ise şu ana kadar bu kadar iyi bir model görmediğim telefon vardı. Birilerine seslenmeye tam yelteniyordum ki bir kadın içeri girdi ve bana;
''Merhaba, Edis hanım nasıl hissediyorsunuz kendinizi?'' 
''Ben neredeyim? Niye buradayım?''
tabi bu sorular benim için çok da önemli değildi. En önemli olan şey beni buraya kimin getirdiği ve hastane masraflarını ödeyip ödemediğiydi. Kadın cebinden bir kağıt çıkarırken yere topaca benzeyen bir şey düştü. Dikkatimi fazlasıyla çekmiş olsa gerek ona odaklandım. Yaklaşık bir dakika boyunca dönmeye devam etti. Bu nasıl gerçek olabilirdi? Bir topaç en fazla yirmi saniye dönerken nasıl olur da dakikalar olmasına rağmen hala  dönüyordu. Başımı kaldırıp kadına baktığımda ağzından anlamsız bir kaç kelime çıktı. Ben hangi ülkedeyim diye düşünmeden edemedim. Bu dili daha önce hiç duymadığıma yemin edebilirdim.Tam o anda yerde duran küçük bir tüy dikkatimi çekti. Tıpkı geçen akşam penceremin önündekine benzerdi hatta aynısıydı.Bir kaç dakika onu incelerken bir gürültü sesi ile irkildim ve gözlerimi açtığımda kaldırımın kenarında bir kaç kişi beni uyandırmaya çalışıyorlardı. Başımda hafif bir ağrı vardı ama kulağımın ağrısından daha fazla değildi. Yanımdakilere iyi olduğumu söyleyip çantamı toplayıp bir taksiye atladım. Yarım saat sonra eve vardığımda neler olduğunu hatırlamaya başlamıştım. En son hatırladığım birinin beni normalin üstünde bir hızla kaldırıma taşıması olduğuydu. Bir insan nasıl olurda bir arabadan daha hızlı hatta gördüğüm her şeyden daha hızlı,saliseler içinde beni kaldırıma taşıyabilirdi. Onun hakkında çok fazla düşünmeme rağmen tek hatırladığım dövmesi olmuştu. Birbirine geçmiş iki yuvarlak ve çevresinde güneş ışınlarına benzer şekiller...Peki o rüya da neydi öyle? O tüy o kadın ve sürekli benden başka kimsenin duymadığı o büyük gürültü. Bunları iyice yorgunluğuma yormaya başlasam da o arabayla neredeyse burun buruna gelişim aklımdan çıkmıyordu. Beni görmesine rağmen durmamıştı. Resmen öldürmek için gaza daha fazla basmıştı. Hayır kendi halinde bir kızım yani düşmanım felan olması çok zor. Tamam beni sevmeyenler olabilirdi ama öldürmek? bu imkansızdı. Ya da diğer basit bir ihtimal sürücü fazlasıyla sarhoştu yada acemiydi fren yerine gaza basmıştı. Tek umduğum ikinci seçeneğin doğru olmasıydı. Tüm bunları bir tarafa bırakıp gün boyu hayalini kurduğum sıcak duş için üstümü çıkardım. Banyonun soğuk fayanslarına adımlarımı attım. Duşa kabinin kapısını açarken elimdeki yara dikkatimi çekmişti. Dahada dikkatli bakınca bunun öğlen hayatımı kurtaran adamın dövmesine çok fazla benzediğini düşündüm. Bir kaç saniyeye kalmadan aynısı olduğunu farkettim. Neler oluyordu? Gerçekten kafayı mı yemiştim? Bu dövme nasıl benim elimde iz bırakmış olabilirdi.Sol işaret parmağımı yaranın üzerine gezdirip biraz bastırmayı denesem de hiçbir acı hissetmedim. Normalde böyle bir yaraya dokunduğumda az da olsa bir acı vermeliydi. Sanki adamın dövmesi elime kazınmıştı. Son hız sıcak suyun altına girip lif ile elimdeki o işareti çıkarmaya çalıştım. Neredeyse derim çıkacaktı ama bu iz çıkmıyordu. Son zamanlarda yaşananlar keşke bir rüya olsaydı da uyanınca geçseydi diye düşünmekten kendimi alamadım. Avucuma biraz şampuan alıp saçıma sürdüm. Hafif hareketlerle kafa derime masaj yaptım biraz rahatladıktan sonra durulanıp havluya sarıldım. Odama doğru giderken aklımda o iz ve bugün olanlar vardı. Kapıyı açıp direk elbise dolabıma yöneldim siyah bir tayt ve salaş bir kazak alıp arkamı döndüğümde camda yazılı olan yazı dikkatimi çekti. Son hız cama doğru yöneldim. Üzerinde ''Biraz daha dikkatli olman gerekmez mi?'' yazılıydı. Yazıyı algılamam yirmi -yirmi beş saniye sürmüştü. Bu bir tehdit mi yoksa bir uyarı mıydı? Ya da bir tavsiye? Ama neden? Daha doğrusu neye karşı daha dikkatli? Daha da önemlisi bu yazıyı cama nasıl yazmıştı. Cama dokunduğumda yazıyı evin iç tarafından sile biliyordum yani yazı evin içinden yazılmıştı.  Hala evin içinde olabilir diye düşünüp her zaman bir genç kızın evinde hatta yatak odasında olması gereken beyzbol  sopasını elime aldım. Yavaş hareketlerle salona doğru yöneldim. Kalbimin çarpıntısı o kadar hızlı ve sesliydi ki yerinden çıkacak gibiydi. Salona girip hemen ışığı yaktım fakat kimse yoktu. Bu küçük hırsız polis olayını bırakıp içeriye kimse var mı? diye seslendim. Bunun ne kadar saçma bir cümle olduğu saniyeler sonra aklıma geldi. Ya evet diye bir cevap gelse? direk düşüp bayılacağım kesin. Daha kötüsü üzerimde göğsümün hemen üstünde sıkıştırdığım kısa bir havluyla olmamdı. Neyse ki kimsenin olmadığını anlayıp rahat bir nefes aldım ve hemen üstümü giymek için odama tekrar koştum. Camda yazılı olan yeni cümleyi farketmem saliseler sürdü. ''Umarım hırsız diye düşünmüyorsundur! Gerçekten hırsız olabilir miyim?'' çığlık atmamak için ağzımı tutmaya çalışıyordum. Daha da garip olan yazının yanında olan birbirine geçmiş o iki halka! tıpkı elimdeki gibi düşünüp elime baktığımda izin renginin değiştiğini gördüm. Daha önce siyah olan bu iz o an gri yeşil arası tarif edemediğim bir renge bürünmüştü. İşte o zaman artık bunlara dayanamayıp çığlığı bastım. Dakikalarca bağırmama rağmen duyan olmadı. Korkudan olsa gerek bir kaç damla yaşın gözümde biriktiğini fark ettim ve artık onları tutmaktan vazgeçtim. Yaşadığım onca şey yetmemiş gibi son bir kaç gündür bu olanlar gerçekten fazlaydı. Bunlara dayanmaktan o kadar yoruldum ki.. Tek merak ettiğim annemin nasıl olduğuydu. Her şeyi boş verip annemi aramaya karar verdim. 
-''Alo anne sen misin?''
-''Efendim kızım evet benim''
-''İyi misin anne? ''
-''Ben iyiyim de kızım bu saatte ne oldu?''
-''Seni çok özledim anne, en kısa zamanda yanına uğrayacağım.''
-''Bende seni kızım, hadi yat uyu şimdi geç oldu öpüyorum seni kendine dikkat et, havalar soğudu sıkı giyinmeyi unutma''
''Dikkat ederim anne sende dikkat et kendine''
dedim ve telefonu kapattım. Neyse ki annemle ilgili bir sorun yokmuş. Bu arama biraz da olsa bugün olanları unutmamı sağladı. Daha sonra dayanamayıp dolapları açtım yatağın altına baktım ama kimse yoktu. Hemen üzerime salaş krem kazağımı altıma siyah taytımı giyip uyumaya karar verdim. Tabi nasıl uyuyacağımı bilemiyordum. Uykuya daldığımda kendimi çok hoş bir bahçede annemin yanında gördüm. Beraber piknik yapıp sohbet ediyorduk. Elime annemin kendi elleriyle yaptığı yemeklerden bir tabak aldığımda birden gök yüzünün karardığını gördüm. Başımı kaldırdığımda yüzüme doğru siyah tüylerin yağdını farkettim. Tıpkı bugün öğlen rüyamda gördüğüm ve geçen gece  camın önündeki gibiydi. Bu bir işaret olabilir miydi? Ama neyin işareti?

16 Ocak 2014 Perşembe

TESADÜF BÖLÜM 1



Oldukça zor bir gün daha bitmek üzereydi. Kapıdan dışarı adımımı atar atmaz yüzüme çarpan rüzgar içimi titretse de zorlukla yürümeye çalışıyordum.İçimden ödemem gereken faturalar, evin kirası,kredi kartı borçları geçerken büyük bir gürültüyle kendimi toplayıp etrafıma bakındım. Sesin geldiği yönü bulmaya çalışsam da etrafımda sanki hiçbir şey olmamış gibi yürüyen insanlara odaklandım. Kimisi telefonuyla konuşup kimisi durakta otobüs bekliyordu. Daha sonra aklıma yapmam gerekenler geldi ve yoluma devam ettim. Maaşımı daha alamadığım için açıkçası otobüse para vermeyi lüzumsuz buldum ve yürüyerek yoluma devam ettim. Eve vardığımda üzerimdeki koyu gri paltomu çabucak çıkardım ve karnımdan gelen ''gurul gurul'' sesleriyle mutfağa atıldım. Dolaptaki dünden kalma yemeği çıkarıp yemeye koyuldum. Tam bu sırada bir saat önce duyduğum gürültüye benzer bir gürültü daha duydum. Hemen cama koşup dışarıya baktım fakat gene insanlar yürüyüp kendi işleriyle meşguldüler. Böylesine büyük bir gürültü kopmasına rağmen nasıl kimse duymazdı? Ya da umursamazdı? Biz insanlarda her zaman merak duygusu fazla olmuştur. Nerede bir ölüm nerede bir kaza nerede bir olay varsa her zaman yakınlarında olup gözlem yapmayı çok severiz fakat bu sefer ki gürültü bu kadar büyük olmasına rağmen nasıl olur da kimse en azından sesin geldiği tarafı merak etmezdi? Günün yorgunluğuyla kendimi yatağa sırt üstü attım. Yaklaşık 3 saat uyumuşum. Uyandığımda saat sekizi geçiyordu. Yarın vize haftasının ilk günü olduğu aklıma gelince ışık hızıyla masamın başıma geçip kitaplarımı çıkardım. Not defterime küçük küçük notlar alırken gözlerime bir ağırlık çöktüğünü hissettim ve çok geçmeden uykuya daldım. Gördüğüm rüya fazlasıyla ilginçti. Tıpkı babamın ölümünü hatırlatıyordu. Karanlık bir mezarlıktaydım. Yolumu mu kaybetmiştim bir yer mi arıyordum tam olarak hatırlamıyorum. Fakat bir mezarlığın başına gelip sadece mezarlık taşına odaklanmış durumdaydım. Etrafta tıpkı korku filmlerini andıran sesler hafif bir rüzgar ve sadece beni aydınlatan ayın ışığı vardı. Yavaş hareketlerle mezarlığın taşına dokunmaya çalışırken birden öğlen ve üç-dört saat önce duyduğum o gürültüyle aynı şiddette bir gürültü koptu. Uyandığımda alnım ter içindeydi. Tuhaf olansa havanın bu kadar sıcak olmaması. Tek düşüncem gördüğüm kabusun beni fazla etkilediğiydi.  Oturma odasının camının açıldığını duydum. Biraz korkarak biraz da merakla oturma odasına vardığımda korktuğum tüm düşünceler aklımdan silinmiş hızla pencerenin önüne gitmiştim. Hızla camı kapatıp, gelen rüzgarla içim ürperse de koltuğun üzerindeki bir tüy dikkatimi çekti. Yavaşça eğilip tüyü elime aldığımda kafamda anlamsız bir kaç kelimenin sürekli tekrarlandığını duydum. Panikleyip hemen tüyü yere attım.Gerçekten bugün oldukça değişik bir gün olmaya başlamıştı. İçimden ''acaba yorgunluktan delirmeye mi başlıyorum?'' diye düşündüm. Kalbim hızla atarken gene merakıma yenik düşüp tüyü elime aldım. Bu sefer hiçbir şey olmadı sanırım bu o ana özel bir şeydi. Evet evet kesinlikle kafayı sıyırmaya başlıyordum. Önce o gürültü sonra gördüğüm rüya ve bu tüy bunlar kesinlikle anlamsız bir şeydi. İlk işim en kısa zamanda bir psikologdan randevu almak olacaktı. Tüm bunları boş vermeye karar verip televizyonun karşısına geçtim ve rastgele bir dizi açıp izlemeye başladım daha sonra uyumuşum zaten. Sabah uyanıp aynanın karşısına geçtim sanırım yorgunluktan göz altlarım da hafif halkalar oluşmuştu. Biraz makyaj malzemeleriyle kendimi toparlamayı başarmıştım. Saçlarımı kıvırcıklığıyla baş başa bırakıp üzerime kot gömleğimi geçirdim. Bugünün ne kadar zor olacağını bildiğimden dolayı spor ayakkabının harika seçim olacağını düşündüm.Saatime baktığımda yediyi geçiyordu, her zamanki gibi geç kalmayı başarmanın haklı gururuyla çantamı ve spor montumu kapıp evden hızla çıktım. Son sürat yolda yürürken ara ara çarptığım insanlara özür dileyip geçtim. Ofise vardığımda Kenan Bey'in kaş hareketiyle beni şefin beklediğini anlayıp kapısına iki kez tıklar tıklamaz içeri girdim. Murat Bey oldukça zayıf çelimsiz birisiydi. Siyah gözleri ve pek hoş olmayan kıvırcık saçlarıyla her zamanki gözlüklerinin altından bana bakıyordu. Neler olduğunu sormama izin vermeden hemen;
''Gene geç kaldınız'' deyiverdi. Kendimi savunacak pek bir şey bulamadığım için sessiz kalmayı tercih ettim. Tabi bu iş fırtına öncesi sessizlik işine döndü ve günlerdir beklediğim kovulma sözünü duydum. Hızla ofisteki eşyalarımı toplayıp part-time çalıştığım bu işimden de ayrıldım. Rüzgarın burnuma getirdiği mükemmel Ramen kokusunu içime çekip eve bir an önce varmam gerektiğini düşündüm. Eve varır varmaz hemen kitaplarımı çantama atıp okula gitmeye karar verdim. Sabah edebiyat kulübünün dersi vardı her zaman oturduğum sıraya oturup hocanın derse girmesini bekledim. Fakat kapıdan çok başka biri girdi. Üzerinde koyu gri bir gömlek altında siyah spor bir pantolon ve spor bir ayakkabı vardı. Siyah düz saçlarının önünü hafif sağa doğru biraz kaldırmış kullandığı- pahalı olduğu kesin-parfümün kokusu tüm sınıfa yayılmıştı. Açık kahverengi gözleri sert yüz hatları geniş omuzları ile oldukça ilgi çekiciydi doğrusu. Gelir gelmez tahtaya yazdı iki harf vardı G ve C ne olduğunu çok merak etsem de yazdığından çok yazarken kasılan kolları ve kasları dikkatimi çekmişti. Hemen kendimi toparlayıp böyle işlere vaktimin olmadığı ve derslerime odaklanmam gerektiğine karar verip son derece kararlı bir şekilde söz hakkı aldım.
''Siz kimsiniz?'' diye sordum. Yeni bir hoca olsa o gelmeden haberi gelirdi aynı zamanda bu kadar genç bir üniversite hocası olacağını da zannetmiyordum. Sınıfın neredeyse tamamı kız olduğu için herkes çocuğa pür dikkat kesilmişti ama kimse kim olduğunu merak etmiyordu. Açıkçası bu çok fazla sinirimi bozdu. Bu sorumun üzerine elindeki kağıtlarla uğraşan artık adı her neyse yüzünü hafiften kaldırıp keskin gözleriyle yüzüme baktı.  Bir an gözleriyle beni öldürebileceğini bile düşünmüştüm. Yüzüme bakıp hafif yan bir gülüş attı ama bu o kadar yapmacıktı ki açıkçası sormasa mıydım diye bir an düşündüm bile. Ardından ''Aramızda gerçekten de oldukça sabırsızlar var anlaşılan'' dedi. Bu sözü bana söylediği o kadar aşikar olmasına rağmen susup kendisini tanıtmasını bekledim. Dersin yarına gelmiştik fakat gene de kendini tanıtma gibi bir gereksinim duymuyordu. Bu çocuk da kim oluyordu böyle bu hakkı kendinde nasıl bulabiliyordu? Zar zor yetişebildiğim derslere birde bunun gibi kim olduğu bile belli olmayan bir çocuk için mi gelmiştim? Dayanamayıp bir soru daha sordum.
''Kim olduğunu söylemeyip bizim vaktimizi çalışıyorsun bilmem farkında mısın?'' diye sanırım birazda sert bir tonda onu uyardım. Bu kez cevap fazla gecikmedi.
''Acelesi olan ya da burada olmaktan daha önemli bir işi olan varsa kapı orada arkadaşlar kimseyi zorla tutmuyoruz'' deyince haftalardır biriken sinirle beraber montumu giyip masamın üzerindeki defterimi ve kalemleri hemen toplayıp çantamı aldığım gibi hızla kapıdan çıktım. Bu da kim oluyordu böyle? Eğer dersimize bizi işletmek için giren bir öğrenciyse fena halde başı dertteydi. Sinirle koridoru aşarken birine çarptığımı kafamın acıması ile hissettim. Bu kadar sert bir vücut olamazdı. Tıpkı kaya gibiydi belki kaya bundan daha yumuşaktır. Kafamın hafiften kaldırıp özür dilemeye yeltenirken gözlerini gördüm. Yine o açık kahverengi gözler o siyah saçlar ve o sert yüz hatları. Bu çocuğun şimdi burada ne işi vardı daha yeni sınıfta değil miydi? Kafam oldukça karışmıştı ve tek yaptığım sağ elimin onun koluna tutunmuş olduğu ve gözlerimin kesintisiz onun gözlerine bakıyor olduğuydu.Hemen kendimi toparladım ve ondan ayrıldım tam yanından geçerken kolumu tutup '' Bir özür dilemek bile yok mu?'' dedi. Tanrım bu çocuk da neydi böyle? Az önce hiçbir şey olmamış gibi şimdi de benden özür mü dilememi istiyordu? Konuyu fazla uzatmamak amacıyla özür dileyip bir an önce oradan ayrılmayı ve annemin yanına uğramayı düşünüyordum. Tekrar gözlerinin içinde baktığımda sanki bir şey beni çekiyormuş gibi düşünmekten kendimi alamadım. Yani saatlerce orada dursam kesintisiz gözlerinin içine bakabilirdim. Böyle bir şey daha önce hissetmemiştim neyse ki çabuk etkisinden kurtulup ona gerekli cevabı verdim.
''Özür dilemek mi bence senin özür dilemen gerekir benim vaktimi çaldığın için!'' gene o yapmacık yan gülüşüyle karşıladı. Biraz durduktan sonra beni kolumdan tutup kenara çekti. Ne yapıyorsun demeye kalmadan lafımı ağzıma tıkıp;
-'' Bir süre daha edebiyat kulübünde beraber olacağız iyi anlaşsak fena olmaz tabi dilini biraz tutmayı başarabilirsen yoksa..''
-''yoksa ne?''
-''İstenmeyen şeyler olabilir, anlatabildim mi huysuz?
-''Bana huysuz deme!''
-''Büyüklerine emir vermemelisin bunu öğrenemedin mi?'' 
deyip cevap vermemi beklemeden yanımdan ayrıldı koridordan geçerken herkes bir ona bir bana bakıyordu. Birde kendisini büyük gibi görüyor. En fazla 27 yaşında olan birinin bana ilkokul öğrencisi gibi davranmasından nefret ettiğimi o an fark ettim. Sinirimden gözlerim yanıyordu resmen. Nasıl olacaktı? Ben bu çocuğa bir gün daha dayanamazken nasıl olacakta bir dönemi bununla geçirecektim? Sabır duygusuna bu aralar fazlasıyla ihtiyacım olacak hemde fazlasıyla.